İÇİNDEKİ IŞIĞIN FARKINDA OLMAYAN, BAŞKASINDAKİ IŞIĞI NASIL GÖRSÜN?
   
  EVRENSEL ÖĞRETİLER - EVRENSEL BİLGELİK YOLU
  Ölü Deniz Yazmaları
 

Bilim ve teoloji dünyasını alt üst eden olay, 1947 yılında, Ölü Deniz Kıyısında bir kent olan ve o sırada İngiliz Krallığı'nın Filistin Mandası'nda bulunan Kumran'da, çobanlık yapan bir Bedevi'nin kaybolan hayvanlarını ararken girdiği bir mağarada bulduğu yazmalarla başladı. İngilizlerin bölgeden çekilmesi üzerine burası Ürdün Haşimi Krallığı'nın bir parçası oldu. Çoğu deri üzerine yazıldıktan sonra tomar haline getirilip küplere konulmuş belgeler birkaç mağaraya yayılmıştı. Tarihe Ölü Deniz Yazmaları olarak geçecek olan bu yazmaların arasında, yapıldığı metalden adını alan Bakır Rulo hepsinin en garibidir ve sırrının çözülebildiğini söylemek içinse daha çok erkendir.

Bu rulo, Tevrat'ın MS 70 yılında bugünkü biçimini aldığının saptanmasını sağladığı gibi, Filistin tarihinin MÖ 4ncü yüzyıldan MS 135'e kadar yeniden yazılmasına ve ayrıca erken Hıristiyanlıkla Yahudilik arasındaki geleneksel ilişkilerin açıklanmasına da yardımcı olmuştur.

1952'de 3 numaralı mağarada iki parça halinde bulunan Bakır Ruloların, ilk başta öteki tomarlara ait olup olmadığı ne Kumran'ı kazanların başında gelen Pere Roland de Vaux ne de öteki arkeologlar tarafından anlaşılamamıştır. Oksitlenmiş olması nedeniyle tomarı açmayı da başaramamışlar ama görebildikleri kadarıyla, o civarda gizli bir altın ve gümüş hazinesinin yeri hakkında bilgi içerdiğini düşünmüşlerdi. Ancak oksitlenmiş tomarı açamadıklarından yapabilecekleri hiçbir şey yoktu.

Yazmaların, Kudüs Üniversitesi'nin eline geçmesinden sonra mağaralarda araştırmalar başlamış ve 1958 yılına kadar süren çalışmalarda birçok yazmanın yanı sıra arkeolojik başka bulgulara da rastlanmıştır.

10 yıl süresince 11 mağarada yapılan kazıda, 800 kadar yazmanın ve birçok parçanın gün ışığına çıkması sağlanmıştır. Bu metinlerin aşağı yukarı dörtte biri kadarı Tevrat'ta geçen metinlerdir. Bazılarının, kutsal metinlerin imitasyonları olması da söz konusudur. Ancak yazmaların pek çok yeri okunamadığı için bunları yeniden derlemek çok zor olmuş, bazı bölümlerse derlenemez şekilde bozulmuştur.

Bakır Rulolar ancak Kuzey İngiltere'de Manchester Bilim ve Teknoloji Koleji'nden Mühendislik Bölümü Profesörü H. Wright Baker tarafından ve özel olarak tasarlanmış minyatürize daire testereyle kesilerek açılabilmiştir. Bu hassas operasyon sonunda, 23 içbükey pano ya da parça halinde ortaya çıkan 12 sütundan oluşan metinde, eski Filistin'in çeşitli yerlerinde saklanmış hazinelerin listesi ve saklandıkları yerlerin tarifleri çıktı.

Tomarı yapmak çok pahalıya mal olmuş olmalıydı ve kalıcı olmasının istendiği belliydi. Tomar %99 saflıkta çok ince üç bakır tabakadan meydana gelmiştir. Levhalar 2,4 metre uzunluğunda ve 23cm genişliğinde bir tomar oluşturmak üzere birbirlerine perçinlenmişlerdi. Ayrıca bunun bir eşi daha yoktu: Bir kere, öteki Lût Gölü Yazmaları gibi deri ya da papirüs değil, bakırdı. İkincisi, diğer metinler; İbranice, Aramice ve yerel dillerde bunları yazan topluluğun inançları ve yaşayışları hakkında da bilgi verirken, Bakır Tomar, Tevrat'tan daha sonraki ama en eski dinsel metinlerden daha eski bir İbraniceyle yazılmıştır ve dinsel hiçbir konu içermemektedir. Paleografik açıdan birinci yüzyılın ortalarında yazılmış gibi görünen metinlerde yazı o kadar beceriksizce yazılmıştır ki, profesyonel bir yazıcı tarafından yazılmış olamaz. Bu rulonun bir hazine hakkında bilgi vermesi, yazmaları araştıran ekibi de şaşırtmış, hatta bunu ilk tercüme eden John Marco Allegro’nun bunu basması ekip tarafından, define avcılarının hücum etmesi korkusuyla engellenmiştir.

Bu keşif, bilim dünyasını da ikiye bölmüştür. Bir bölüm araştırmacı burada gerçekten bir hazine olduğunu savunurken başkaları da bunun sembolik bir anlatım olduğunu iddia etmişlerdir. Bunun gerçek hazine olduğunu iddia edenler, bu hazinelerin birinci ya da ikinci tapınaktan geldiğini ve Esseniler tarafından saklandığını söylemektedirler. Aksini savunanlarsa, Kumran Essenileri’nin bu kadar zenginliğe sahip olamayacaklarını ve Kudüs’teki toplulukla olan ilişkilerinin kötülüğünden, tapınaktaki hazineleri elde edemeyeceklerini söylemektedirler.

Bu hazinelerin gerçek anlamı ne olursa olsun bu hazineleri arayanlar, hatta bu hazineleri Tapınakçıların bulduğunu söyleyenler vardır. Ancak Roma’daki Titus’un zafer takına bakıldığında Romalıların hazineleri aldıkları görülmektedir. Buna karşılık olarak da bazı araştırmacılar asıl hazinelerin saklı kaldığını, Romalıların aldıklarının sadece göstermelik olduğunu iddia etmektedirler.

 Bu topluluğun Esseniler olup olmadığını bir kenara bırakıp yazmalara göre bu topluluğun kurallarına ve yaşayışına bakmakta fayda olduğu düşünülse de, İsa’nın doğumuna yakın zamanlarda Orta Doğuda Yahudilerin yaşamı ve inanışlarına kısaca göz atmak, ileride metinde geçecek terim ve kavramları anlamamızı kolaylaştıracaktır.

O dönemde Yahudilerin büyük bölümü Filistin’de yaşıyorlardı. İsa’nın vatanı olarak kabul edilen Galile de Filistin’in Kuzey bölgesinde bulunuyordu. Galile halkı tarım ve göl balıkçılığının yanı sıra ticaretle de geçiniyordu.

Hıristiyanlığın ortaya çıkmasına yakın zamanlarda, Yahudi halkı için dini kaynaklar büyük bir çeşitlilik gösteriyordu. Bugün Eski Ahit dediğimiz kutsal yazıların yanında, Talmud (çalışma, öğreti, disiplin) adı verilen ve din büyükleri tarafından oluşturulmuş bulunan yazılar da büyük önem taşımaktaydı. O devirde Kudüs Talmud’u (Yerushalm’i) ve Babil Talmud’u (Babli) çok yaygındı.

Eğer bir Yahudi, kutsal yazıları daha derinlemesine okumak isterse, “incelemek, yorumlamak” anlamına gelen “darash” kökünden türeyen midrash (çoğulu midrashim) adı verilen tefsir yöntemini uygulamak zorundaydı. Yazıcılar da (sopherim) aslında bu tefsir işiyle uğraşıyorlardı. Dinsel üstatlarsa “efendi, üstat” anlamına gelen Rab sözcüğünden türeyen Rabbi unvanını alıyorlardı.

Midrashim, Rabbinik eğitiminin temelini oluşturuyordu. Eğitim kutsal yazılardaki öykülerin anlatıldığı metinler olan haggadoth (çoğulu haggadah) ve kuralların, törelerin yer aldığı Halakoth (çoğulu Halakah)’dan oluşmaktaydı. Doğal olarak Talmud da kıymetli bir kaynak olarak yer almaktaydı.

Bu yazmaların konuları çeşitlidir. Bakır yazmalar dışında kalanları da kısaca özetleyecek olursak;

         -  Yaradılış (Tekvin bölümünün apokrifi),

              -  Kurallar,

              -  Işık oğulları ve Karanlık oğulları,

              -  Tevrat yorumları,

              -  İlahiler şeklinde kabaca bu başlıklar altında toplanabilirler.

Bir döküm çıkartmak gerekirse, parçalı olarak 600 civarında yazma söz konusudur. Bu yazmaların yaklaşık dörtte biri Tevrat metinleridir, hatta çoğu metinin birçok kopyasına rastlanmıştır. Bu metinlerin arasında apokrif metinler de vardır.

Bulunan parçalardan bir bölümü de, 1896-1897 yıllarında Kahire’de bir sinagogda Salomon Schechter tarafından bulunan ve 1910’da yayımlanan yazmalarla aynı bölümleri içermektedir. Şam yazması ya da Şam Belgesi denilen bu belge de değerli bilgiler içermektedir.

Tomarların kim tarafından, ne zaman, nerede, nasıl ve niçin yazıldığını anlayabilmek için o dönem Yahudi Toplumuna kısa bir göz atacak olursak, Yahudilerin dinsel olarak birçok değişik topluluklara ayrıldığını görürüz. Bu dönemde bilebildiğimiz en önemli topluluklar Saddukiler, Ferisiler, Zelotlar ve Esseniler’dir.

b.      SADDUKİLER:

Sadduki sözcüğünün etimolojisi tam olarak bilinmemektedir. Süleyman zamanındaki başrahip Zadok’un adından türediği söylense de pek olası gözükmemektedir. Sadduki düşüncesinin en önemli özelliği kişisel ölümsüzlüğü, yeniden doğuşu (reenkarnasyon anlamında değil) ve gelecek yaşamı yadsımasıdır. Saddukiler bunun yanında, kaderin var olmadığına ve kişinin hür iradesine göre yaşadığına inanıyorlardı. Bu görüşleriyle Saddukiler otantik Yahudi düşüncesine daha sadık olmuşlardır.

Saddukiler’in muhafazakâr görüşleri sadece din alanında değil, aynı zamanda siyasal alanda da kendini gösterir. Mesih düşüncesine karşı olmamalarına rağmen Saddukiler toplumsal huzursuzluk yaratabilecek her türlü olaya karşı çıkmışlardır.

Saddukiler’in arasında büyük aristokratların, zenginlerin ve hatta rahiplerin olması ve politik görüşleri, Saddukiliğin daha çok bir siyasal parti gibi düşünülmesine yol açmıştır. Karşıtları Saddukiler’in görüşlerini abartmış, onları dinsiz gibi göstermeye çalışmışlardır. Hatta dönemin Helen kökenli yazarları Saddukiliğe, Epikürizm de demişlerdir.

c.      FERİSİLER:

Ferisiler, Saddukiler’le hemen hemen karşıt görüşlere sahiptirler. Ferisi adının açıklaması çok açıktır: Ferisi sözcüğü, ayrılmışlar anlamına gelen paruşim sözcüğünden türemiştir. Birbirlerini şaberim, şassidim/hassidim (dindar, sofu) ya da kardeş diye çağıran Ferisiler’i dinsel bir tarikat olarak tanımlamak yerine bir grup olarak görmek çok daha doğru olur. Çünkü Ferisiler’in diğer Yahudilerden ayrı uygulamaları yoktur, sadece daha kuralcıdırlar.

Ferisiler, Yahudi dogmalarını benimsiyor ve bölgede o çağlarda hâkim olan Helenleşmeye karşı çıkıyorlardı. İnsanın bu dünyadaki davranışlarının karşılığında öteki dünyada ödül ya da ceza göreceğine inanan ve dinin kurallarının eksiksiz yerine getirilmesini savunan Ferisiler, dinsel eğitime büyük önem vermiş, bölgede birçok yerde okullar açmış ve Thorah denen yazılı yasalarla birlikte, o dönemde derlenebilmiş sözlü yasaları da okutmuşlardır. (Thorah Musa’nın ilk beş kitabından oluşur ve kuralları kapsar. Bu kitaplar; Tekvin, Çıkış, Levililer,  Sayılar ve Tesniye’dir.)

Ferisiler için en önemli kaynak Thorah’tı. Bu nedenle o dönemde yaygın olan ve Thorah’tan farklılık gösteren Haggadah’a ya da Halachay’a itibar etmiyorlardı. Meleklerin, cinlerin varlığına ve yeniden doğuşa inanan, Tanrının egemenliğinin yakın olduğunu düşünen Ferisiler, aynı zamanda Yahudi milliyetçisiydiler ve yakın zamanda büyük bir Yahudi imparatorluğu kurulacağına inanıyorlardı.

Thorah’a olan bağlılıkları, yaşam biçimleri, inançları ve eğitime verdikleri önem Ferisiler’in Yahudi halkı içinde saygın bir yer edinmelerini sağlamıştır. Ayrıca yazıcılar da bu özelliklerinden ve sağladıkları güvenden ötürü Ferisiler arasından seçilmiştir.

İncil’de sözü geçen ikiyüzlü hain Ferisi tiplemesiyle, gerçek Ferisiler arasında büyük farklılıklar olduğu çeşitli tarihçiler tarafından teyit edilmiştir. Ancak bu şekilde davranmış olan bir Ferisi grubunun olabileceği de olasılıklar arasındadır.

d.      ZELOTLAR:

O zamanlarda Filistin’de var olan gruplardan biri de Zelotlar’dı. Ferisiler’e yakın olan Zelotlar, geleneksel kurallara uymaları, dine bağlılıkları, Mesih beklentileri ve milliyetçilikleriyle Ferisiler’e benziyorlardı.

Zelotlar Yehova’ya kayıtsız şartsız itaat etmeleri yanında, kendi kaderleri konusunda ellerinden geleni yapmaktan yanaydılar. Zelotlar genellikle Ferisiler gibi düşünmekle beraber Tanrıdan başka bir yönetici tanımamaktaydılar. Birinin hükmü altına girmektense ölmeyi yeğ tutuyorlardı. Zelot hareketinin, Yahudiye’nin bir Roma eyaleti olmasıyla birlikte ortaya çıktığı sanılmaktadır. Zelotlar, Roma yanlılarını katletmekten çekinmemişler ve Roma idaresine baş kaldırıldığı zaman büyük rol oynamışlardır.

e.      ESSENİLER:

Kumran topluluğunun, hangi Yahudi tarikatıyla ilişkili olduğu ya da hangi topluluk olduğu uzun zamandan beri tartışma konusudur. Topluluğun belgelerinin yazım tarihlerinin yaklaşık MÖ 100 yılından MS 68 yılına kadar uzanması, ilk Hıristiyanlar da dâhil olmak üzere dönem içinde var olan bütün Yahudi topluluklarının incelenmesini gerektirmektedir. Dönemin toplulukları incelendiğinde, Kumran topluluğuyla en çok Esseniler arasında benzerlikler göze çarpmaktadır.

Esseniler hakkında bize bilgi verenlerin başında Flavius Josephus ve İskenderiyeli Philon gelir. Josephus, özellikle Yahudi Savaşı adlı eserinde Essenileri olabildiği ölçüde tanıtmıştır. Bu kitapta yazılanlar, her ne kadar birebir olmasa da, Ölü Deniz Yazmalarıyla benzerlikler göstermektedir. Örneğin topluluğa kabul edilme sürecinde bu benzerlik göze çarpmaktadır:

“ Topluluğa girmek isteyenler hemen kabul edilmezler. Aday dışarıda bir yıl kadar bekler; ancak ondan Esseni gibi davranmasını isterler […] Daha sonra, bu süre boyunca, kendini kontrol edebildiğini gösterir ve topluluğun yaşam tarzına daha da çok yaklaşır. Aday, arınma (purificatio) banyolarına da katılır. Ancak daha kabul edilmiş değildir. Sabrını gösterdikten sonra iki yıl boyunca karakteri incelenir ve eğer hak ediyorsa topluluk içine kabul edilir.”

Bunun dışında, topluluk içindeki hiyerarşi, din adamlarına gösterilen saygı, ortaklaşa yaşam hakkında bilgiler, temizlik ve adalet gibi kavramsal bilgiler, ezoterik bilgiler ve kutsal kitapların çalışılması, inançlar gibi bir çok konularda antik yazarların Esseniler hakkında verdikleri bilgiler ve Ölü Deniz yazmaları arasında ortak yönler bulunmuştur.

Son zamanlarda yapılan araştırmalarda da Esseniler’in Kumran’da yaşadığının ortaya çıkması, Kumran topluluğunun Esseniler’den oluştuğu yönündeki savları kuvvetlendirmiştir.

Aslında Esseniler hakkında bilgi kaynakları çok sınırlıdır. Özellikle “Genç Plinus” gibi antik yazarlar Esseniler hakkında çok az bilgi verir. Esseniler’in kutsal kitaplarından da günümüze hiç bir şey kalmamıştır. Esseniler‘den söz eden kaynakların güvenilirliği de tartışmalıdır. O zamana göre çok farklı yaşayan Esseniler hakkında bazı söylenenlerin de abartı olabileceği düşünülmektedir.

Esseni adının kaynağı da belli değildir. Philon, Esseniler’i qerapeuta diye adlandırmaktadır. Bu “Tanrının Kulları”  (Cultores Dei) anlamına geldiği kadar “Tanrının Doktorları” (Medici Dei) anlamına da gelmektedir.

Esseni sözcüğünün kökeni hakkında bir başka görüşse Aramice, Hase (aziz, saf) sözcüğünden türediğidir. Philon da Essaoi sözcüğünün Grekçe Ösioi (aziz, dindar) sözcüğüyle ilişkili olduğunu söylemiştir. Bir başka görüşe göre de Esseni adı, hassaim (sessiz) sözcüğünden türemiştir. Gerçekten de Esseniler kendi inançları hakkında dışarıya sessiz kalıyorlardı.

Adlarının etimolojisi ne olursa olsun, Esseniler bölgede yaşayan en gizemli topluluklardan biriydi. Çevresindeki topluluklardan soyutlanmaları ve değişik yaşam tarzları bazı tarihçilere, Esseniler’in uç noktada Ferisiler olduklarını düşündürtmektedir. Başka araştırmacılarsa Esseniler’in bölge dışından,  hatta Hindistan’dan etkilendiklerini söylerler. Bunun dışında Esseniler’in Pythagoras ve Orpheus öğretilerinden etkilenmiş “Judeo-Hellenik” bir topluluk olduğunu söyleyenler de vardır. Aslında Esseniler inançları, görüşleri, aralarındaki “kardeşlik” bağı, toplumsal kuralları, ritüelleri ve kesin kurallarıyla ezoterik bir topluluk görüntüsü vermektedir. Esseniler’de ayrıca bir Part etkisinden de söz edebiliriz. Sürekli yapılan “vaftiz”ler, beyaz giyinmeleri, kanlı kurban törenlerine karşı olmaları ve Güneş’e ilişkin kültleri Part etkisini ortaya koymaktadır.

Esseniler arasındaki “kardeşlik” aslında çok katı kurallara bağlıydı. Bazı araştırmacılar Esseniler’in bir tür komün yaşantısı sürdürdüklerini iddia ederler. Esseni olan bir kimsenin bütün malını topluluğa vermesi de bunun en geçerli kanıtıdır.

Esseniler’e göre dünya hayatı bir tür hapishane hayatıydı ve zevkler insan için kötüydü. Esseniler güne duayla başlar, gün içinde çalışırlar ve günü yine duayla bitirirlerdi. Esseniler bütün aşırılıklarına rağmen Yahudi dinine bağlılıklarını sürdürmüşlerdir.

Esseniler, Hıristiyanlığın doğuşuyla birlikte gizemli olarak tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Bazı kaynaklar İsa’nın da bir Esseni olduğunu, Esseni öğretisini daha basitleştirerek anlattığını ve Esseniler’in daha sonra Hıristiyan olduklarını söylese de bunu destekleyecek kanıt yoktur. Ancak Ölü Deniz’de bulunan yazmaların arasında Esseni tarikatının kurallarını belirleyen yazmalar da vardır. Hatta bu yazmaların bazılarında, bu topluluğun Tanrıyla yeni bir ahit yaptığına ilişkin hususlarda yer almaktadır. Örneğin, Kanunlar yazmasında, bu tarikatın kurallarıyla ilgili ayrıntılı bilgi verilmiştir. Yazmalara göre bu topluluk İsrail halkından çıkma, katılmak isteyen, akıl ve disiplin sınavlarını verebilen herkese açıktı. Tarikata girenler için artık bu hayata başladığına ilişkin törenler yapılmaktaydı. Yeni girenler ayrıca günahlarını itiraf ediyor ve Tanrının lütfünü talep ediyorlardı. Bu törenlerde ilgi çekici bir yön de Tanrının adı yüceltilirken, şeytan yani Belial yeriliyordu.

Yeni girenin tam olarak kabul edilmesiyse seneler sonra yaptığı işlere göre oluyordu. Topluluk içinde ruhban sınıfının tam bir hegemonyası vardı. Ruhban sınıfı da kendi içinde bir hiyerarşiye tabi idi. Rahipler, her sene yaptıklarına göre bir sıralamaya sokulmaktaydılar. Topluluğa girenler için, her sene neler yapacağı önceden belirlenmişti. "Kardeş"ler arasında tam bir sevgi ortamı öngörülmekteydi. Herkes kardeşini kendi kadar sevmeli, etrafına iyilik yapmalıydı. Kötü davranışlar sert bir biçimde cezalandırılıyordu.

Topluluğa girenler maddi zevklerden uzaklaşmak, bunların peşinden koşmamak zorundaydılar. Evlilik yasak olmamakla beraber sıkı kurallara bağlıydı. Bu topluluk aynı zamanda “Kanun Evi” olarak da adlandırılıyordu. Yazmalara göre on kişiyi geçtiklerinde, içlerinden birinin “gece ve gündüz” kanunları okuması gerekiyordu. Kanunlara karşı koyanlar cezalandırılıyor ve topluluktan ihraç ediliyorlardı.

         Topluluğa kabul edilen kişi tam bir yıl geçmeden bazı törenlere katılamıyordu. Bu törenlerden en önemlisi yukarıda da belirttiğim gibi arınma (purificatio) töreniydi. Bu tören, vaftiz törenine benzeyen ve suyla yapılan bir törendi. Törenin ayrıntıları günümüze kadar ulaşmamıştır; ancak Şam yazmasına göre suyun “kişiyi tam olarak kaplayacak” kadar olması gerektiğini biliyoruz. Bu töreni büyüsel bir tören olarak kabul etmemek gerekir, bu sembolik bir arınmadır. Zaten bu törenin etkili olabilmesi için kişinin kalbinin de temiz olması gerekmektedir.

Bir önemli tören de komünyon yani topluluk yemeğiydi. Yemek, konseyden on kişi hazır bulununca toplanabiliyor, ekmek ve şarabın kutsanmasıyla gerçekleşiyordu. Bu iki önemli tören farklı şekillerle de olsa Hıristiyanlığa geçmiştir.

Topluluk kaçınılmaz olarak Tevrat’ta geçen ana kavramlara bağlıydı, ancak yine de kendine özgü görüşler geliştirmişti. Ölü Deniz yazmaları incelendiğinde, topluluğun kendine özgü doktrinleri olduğu ve topluluk kurallarının büyük ölçüde yazıya geçirildiği görülmüştür.

Kurallar yazmasına göre topluluk kutsal yazılardaki gizemleri anlamış, bunların sırrına ermişti ve Büyük Üstadın görevi de bu yolu seçmiş topluluk üyelerine bilgileri aktarmaktı. Bu da topluluğun ezoterik karakterini ön plana çıkarmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, Esseniler’in ezoterik öğretilerinin ve topluluğun sakladığı sırlarla ilgili bilgilerin değil, topluluğa ait kuralların ve yorumların anlatıldığıdır.

Topluluğun öğretilerinde en ilgi çekici husus, Zerdüştlükte olduğu gibi, iyi ve kötü güçlerin karşıtlığının önemli bir yer tutmasıdır. İyi güçlere hükmeden güç, topluluk tarafından “Işık Prensi”,  emrindekilerse “Işık oğulları” diye adlandırılmaktaydı. Onların karşısında da kötü güçlere hükmeden “Karanlıkların Prensi” ya da “Belial” vardı. Emrindeki güçlerse “Karanlık Oğulları” olarak adlandırılıyordu.

Ölü Deniz yazmalarına göre, Tanrı insana iki tür ruh vermişti. Biri doğruluğun yolundan giderken, ötekisi sapkınlık yolunu izliyordu. Bu yolların açıklaması da ilginçtir. Kurallar yazması şöyle anlatır:

         Bir ışık kaynağından Doğruluk kökünü almaktadır.

Sapkınlıksa karanlıkların kaynağından.

Işık Prensi’nin elinde

Doğruluk oğullarının hükümdarlığı vardı,

Işık yolundan yürüyorlardı.

Karanlıklar Prensiyse;

Sapkınlık oğullarının hükümdarlığını elinde bulunduruyordu,

Ve onlar Karanlıkların yolundan yürüyorlardı.” (Kurallar 3, 19-20)

         Kuralların dördüncü bölümünde de buna benzer ifadeler geçer. Yine Kurallar yazmasına göre Işık Oğullarının işlediği günahların nedeni de Karanlıklar Prensidir.

Burada dikkat edilmesi gereken, Işık ve Karanlıklar Prensinin iyi ve kötü tanrılar olarak düşünülmemesi gerektiğidir. Çünkü her ikisi de Tanrı tarafından insanlar için yaratılmışlardır.

Fakat Tanrı, sapkınlığın sonunu önceden belirlemiştir.

Bu onun gizemi ve bilgeliğinin zaferidir.

Ve Tanrı yeniden geldiği vakit doğruluk sonsuza kadar hükmedecektir.

 Ancak iyi ve kötünün savaşı Tanrının geleceği hüküm gününe kadar sürmektedir.”

         Bu bölümler bize, Hıristiyanlığın kökeni, daha başka bir deyişle Hıristiyanlıktaki Şeytan kavramının kökeni hakkında bilgi vermektedir. Kişilerin Işık Oğullarına ya da Karanlık Oğullarına katılmaları tamamen Tanrının önceden yaptığı bir seçim olarak belirlenmiştir. Karanlık oğulları sonsuza kadar böyle kalacaktır. Işık oğullarıysa yanlış yollara da sapabilirler. Ancak “Tanrı ve Işık Prensi bütün Işık Oğullarının yardımına geleceklerdir.” (Kurallar 3, 24-25) . Böylece toplulukta Tanrının onları kurtaracağına dair her zaman bir güven hüküm sürmektedir. Bu güven daha sonra Hıristiyanlıkta da, İslam’da da karşımıza çıkacaktır.

Buradaki bir dikkat çekici nokta da, hüküm gününde ödüllendirilme ve cezalandırılma kavramlarıdır. Hüküm günü geldiğinde “ölüler topraktan kalkacaklar” (Savaş Kuralları Yazması 12-5) ve son mücadele başlayacaktır. Seçilmiş olanlar sonsuz mutluluk dolu bir yaşamı yaşayacaklardır. Karanlık Oğullarıysa, karanlıkların ateşi içinde tamamen yok olana kadar acılar içinde kıvranacaklardır. Kurallar yazmasında geçen bu bölümler de bize Hıristiyanlığı ve İslam’ı anımsatmaktadır.

Mesih beklentisi de topluluğun doktrinlerinin önemli bir öğesidir. Değişik tarihlere ait belgeler ışığında, Mesih beklentisinin topluluğun tarihi boyunca da farklılık göstermiş olduğunu, yukarıda adı geçen kavramlarla karışmış olduğunu görmekteyiz. Ancak genel olarak bu topluluğun bir beklenti içinde olduğunu ve zamanın sonuna gelindiğinin düşünüldüğünü söyleyebiliriz. Mesih kavramı topluluk yazmalarında oldukça karmaşıktır. Klasik Mesih öğretisine bağlı kalınmakla birlikte Mesih-rahip, Mesih-kral ve aşağıda inceleyeceğimiz Adalet Üstadı kavramları birbirine karışmış bir haldedir. Mesih kavramıyla beraber Adalet Üstadı kavramının da, Adalet Üstadı’nın dönüşünün beklenmesinde büyük rol oynamış olduğu kesindir.

Yazmalarda geçen ve Adaletin Efendisi, Adalet Üstadı ya da Adil Olan, Adil Efendi diye tercüme edebileceğimiz “more hassedek”, beklenen Mesih’ten farklı bir kişidir.

Bazı yazmalara göre Adalet Üstadı, İsa’dan önce 180-60 yılları arasında bir dönemde yaşamış ve ölmüş biridir. Ancak dönüşü beklenmektedir. Burada şaşırtıcı olan Adalet Üstadı’yla İsa’nın hayatı arasındaki şaşırtıcı benzerliktir. Ancak Adalet Üstadı hakkındaki bilgilerimiz oldukça kısıtlıdır.

Ölü Deniz yazmaları arasındaki Habakkuk yorumuna göre, Habakkuk Kşiabı aslında Adalet Üstadını anlatmaktadır ve zamanın sonunun geldiğini haber vermek de Adalet Üstadı’na düşmüştür: “Ve Tanrı son nesle neler olacağını yazmasını Habakkuk’a bildirdi. Dediklerine gelince; onu okuyan koşsun, bu Adalet Üstadı’nı anlatmaktadır. Tanrı ona peygamberlerin sözlerinin sırrını açıklamıştır.“ Bu bölüm oldukça ilginçtir, çünkü Adalet Üstadı direk olarak Tanrıdan vahiy alıyor olarak gözükmektedir. Aslında burada Adalet Üstadı Tanrıdan vahiy alan biri olarak görülmekten öte, eski bilgileri yeniden derleyen biri olarak da görülebilir.

Burada bir başka dikkat çekici nokta da, Kumran topluluğu zamanında çok yaygın olan, zamanın sonunun geldiği düşüncesinin, Adalet Üstadı tarafından ele alınıyor olmasıdır. Oysa Vaftizci Yahya da bu savla ortaya çıkmıştır. Burada Yahya’nın bu yazmaları bildiğini de düşünebiliriz. Daha ileride göreceğimiz gibi, bu hiç de düşük bir olasılık değildir.

Zamanların sonunun geldiğini söyleyen Adalet Üstadı, Habakkuk yorumuna göre, etrafındaki insanların karşı koymasıyla karşılaşmış ve onlar tarafından suçlanmış, hatta cezalandırılmıştır. Ancak metinde nasıl cezalandırıldığı yazmamaktadır. Şam yazmasına göreyse, Adalet Üstadı Tanrıdan esin alan biri olmaktan öte, insanlara yol gösteren bir rehberdir.

Yazmaların bulunması ve okunması Hıristiyanlığın orijinalliği konusunu da tartışmaya açmıştır. Hıristiyanlıkla ilk defa söylendiği iddia edilen savların, bu yazmalarda var olması bu dinin tarihinin yeniden yazılması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Mesih sözcüğü köken olarak “yağlanmak” sözcüğünden gelmektedir. Eski İsrail krallarının tahta çıkarken yağlanmaları, gelecek olan kurtarıcının da yağlanacağını, kral olacağını düşündürtmüş ve gelecek olan kurtarıcı bu isimle anılmıştır. İsrailliler için, gelecek olan kişi, kendilerini esaretten kurtarıp, kral olacak bir Mesih'tir. Dolayısıyla, yeni bir din kuracak kurtarıcı hiçbir Yahudi'nin beklentisi olmamıştır.

İlk yapılan çalışmalar toplulukta iki Mesih beklentisi olduğunu göstermiştir. Bunlardan birincisi Aaron Mesih'i ötekisi de İsrail Mesih'idir. Ancak daha sonra açığa çıkan yazmalarda bu ayrılık ortadan kalkmış ve tek Mesih beklentisi belirgin olarak tespit edilmiştir.

Yazmalarda geçen bir ilginç terim de Tanrının Oğlu terimidir. Hıristiyanlıkla birlikte ortaya çıktığı sanılan bu terim yazmalarda mevcuttur. Arami Apokalipsi diye adlandırılan yazmalarda 4Q246 olarak numaralandıran metinde bu terim bütün açıklığıyla geçer : "O Dünyada büyük olacak […] Ve onun adı Tanrının Oğlu olacak ve onu En Yüksek Olanın oğlu diye çağıracaklar. […] Onun krallığı sonsuz krallık olacak ve yolu gerçeğin yolu olacak. […] O dünya yüzüne barış getirecek. […] Yüce Tanrı onun efendisi olacak. […] Onun hükümdarlığı sonsuz hükümdarlık olacak."

Bu metin aynı zamanda Luka İnciliyle de büyük paralellik göstermektedir : "Melek ona “Korkma Meryem” dedi, “Sen Tanrının lutfuna eriştin. Bak gebe kalıp bir oğul doğuracaksın, adını İsa koyacaksın. O büyük olacak, kendisine en yüce olanın oğlu denecek. Rab Tanrı ona atası Davut'un tahtını verecek. O da sonsuza dek Yakup'un soyu üzerinde egemenlik sürecek ve egemenliğinin sonu gelmeyecektir.”

Aslında "Tanrının Oğlu" deyiminin İsa'dan önce karşımıza çıkması bu kadar şaşırtıcı olmamalıdır; çünkü eski Mısır ve Mezopotamya'dan Roma'ya kadar yöneticiler kendilerini Tanrı soyundan gelen ya da Tanrının oğlu olarak adlandırmışlardır.

İsa’nın Esseniler’le olan ilişkisi hakkında elimizde daha birçok ipucu vardır. İncil’de İsa hakkında geçen birçok bölümle, Ölü Deniz yazmaları arasında ilişki vardır. Bunlardan bazılarını incelersek:

- İsa’nın son yemeği, Esseniler’in komünyon yemeğiyle bağlantılıdır. Ölü Deniz yazmalarında, toplanıldığı zaman şarap ve ekmekle nasıl yemek yendiği ayrıntılarıyla belirtilmiştir. Hatta bu toplulukta, şarap ve ekmeğin kutsanmasıyla yemeğe başlanır.

- Eski bir geleneğe göre İsa, Salı akşamı Paskalya yemeğini yemiş, aynı gece tutuklanmış ve Cuma günü çarmıha gerilmiştir. Esseni takvimine göre yıl 364 gündü ve 52 haftaya bölünmüştü. Bu nedenle bayramlar her yıl aynı güne gelmekteydi. Esseni geleneğine göre bu bayram (Fısıh/Hamursuz) Çarşamba gününe düşmektedir. Dolayısıyla da yemek Salı akşamı yenmektedir. Öyleyse İsa ya da İncil yazarları bu geleneği izlemişlerdir.

- İsa etrafında on iki havari toplamıştır. Kumran topluluğunda da yüksek konsey on iki kişiden oluşmaktadır. Bu aynı zamanda on iki kabilenin bir sembolüdür.

- Sayılarla ilgili bir başka sembol de Markos’da geçer: “İsa onlara, küme küme yeşil çimenlerin üzerine oturmalarını buyurdu. Halk, yüzer, ellişer kişilik bölükler halinde oturdu.” (6, 39-40) . Aynı düzen Ölü Deniz yazmalarında da geçer : “Bütün herkes düzen halinde geçecek, herkes birbiri arkasına yüzer yüzer, ellişer ellişer, onar onar.” Bu düzen şekli bir tür ritüellik şekildir. O zaman İsa’yı karşılamaya gelen ve İsa’nın ders verdiği kalabalığın Esseniler’den oluştuğu da söylenebilir. Ne türlü düşünürsek düşünelim Ölü Deniz yazmalarıyla olan bağlantı açıktır.

İncillerden bize ulaşan İsa’yla ilgili bilgiler, onun Kumran topluluğuyla ilişkisi olduğunu, hatta bir Esseni olduğunu düşündürtmektedir. Ancak onun Esseni olmadığını da düşündürecek olaylar vardır.

İsa’nın davranışları Esseniler’e aykırıdır. Özellikle İsa’nın “temiz olmayanlarla” ya da “günahkârlarla” yemek yemesi, yemeği ritüel gibi gören ve temizlenmeyi şart koşan Esseni düşüncesine aykırıdır.

Bir önemli ayrım da, Esseni düşüncesinin ezoterik ve inisiyasyona dayalı olmasına rağmen, İsa’nın halkın içinden, seçim yapmadan müritlerini toplamasıdır.

Burada, İsa’nın Esseniler içinden çıkan, onların düşüncesini ortaya koyan ancak uygulamalarına karşı çıkan bir “sapkın” olduğunu düşünebiliriz. İncil’de adı geçen kişiler içinde Esseni olduğu düşünülen sadece İsa değildir.

Vaftizci Yahya İncil’de geçen en ilginç kişiliklerden birisidir. Yahya’nın Esseni olduğu görüşü çok defalar ortaya atılmıştı. Eğer, Ölü Deniz Yazmalarını Esseniler’e mal edersek bu görüş daha da desteklenmektedir. İncil’in Ölü Deniz Yazmalarıyla beraber okunması Yahya’nın da bu topluluktan biri olduğunu düşündürtmektedir.

İlk olarak bu topluluğun bulunduğu yerle, Yahya’nın ortaya çıktığı yer arasında coğrafi bir yakınlık vardır. Luka’ya göre “Tanrı, sözünü çölde bulunan Zekeriya oğlu Yahya’ya duyurdu.” (Luka 3,2) Burada çöl sözünden, belli bir coğrafi konumu da anlayabiliriz, Kumran Kenti ya da Esseni topluluklarının yaşadığı yeri de. Buna göre Yahya toplulukla birlikteyken, Tanrının sözünü duyduğunu iddia etmiş olabilir. Ayrıca İşa’ya da  (40,3) “Çölde Rab’bin yolunu hazırlayın” denmesi bütün dindar Yahudi topluluklarını çöle yöneltmişti. Bu ifade Ölü Deniz yazmalarında da geçmektedir.

Yahya’nın ailesinin ruhban sınıfından gelmesi de Yahya’nın bu konuda eğitim almış olma olasılığını güçlendirmektedir. Öte yandan Yahya’nın doğumunda babası Zekeriya’nın şükran ilahisinde (Luka 1,67-80) geçen birçok motif de aynı zamanda Ölü Deniz yazmalarında geçmektedir.

Matta’ya göre (3,4) “Yahya’nın devetüyünden giysisi, belinde deriden kuşağı vardı. Tek yediği, çekirge ve yaban balıydı.“ Aynı şekilde, Ölü Deniz yazmalarında da (Şam Belgesi) , çekirge yendiği yazmaktadır.

Yahya’yla Esseniler arasındaki bir ilginç bağ da Yahya’nın söylediklerindedir. Matta’ya göre,  Kudüs'ün, bütün Yahudiye'nin ve tüm Şeria nehri yöresinin halkı ona geliyor, günahlarını itiraf ediyor, onun tarafından Şeria nehrinde vaftiz ediliyordu. Ne var ki, Ferisiler’le Saddukiler’den birçok kişinin vaftiz olmak için kendisine geldiğini gören Yahya onlara şöyle seslendi: «Ey engerekler soyu! Gelecek olan gazaptan kaçmanız için sizi kim uyardı? Bundan böyle tövbeye yaraşır meyveler verin. Kendi kendinize, `Biz İbrahim'in soyundanız' diye düşünmeyin. Ben size şunu söyleyeyim: Tanrı, İbrahim'e şu taşlardan çocuk yaratacak güçtedir. Balta şimdiden ağaçların köküne dayanmıştır. İyi meyve vermeyen her ağaç kesilip ateşe atılacak. Gerçi ben sizi tövbe için suyla vaftiz ediyorum, ama benden sonra gelen benden daha güçlüdür. Ben O'nun çarıklarını çıkarmaya bile layık değilim. O sizi Kutsal Ruh'la ve ateşle vaftiz edecek. Yabası elindedir. Harman yerini temizleyecek, buğdayını toplayıp ambara yığacak, samanı sönmeyen ateşte yakacaktır.” (Matta 3, 5-12) .

Bu ifadelerle Ölü deniz yazmaları arasında büyük benzerlikler vardır. Burada belirtilen, gelecek olan gazap, hazırlanma ve Mesih’in gelişi Ölü Deniz yazmalarında geçen motiflerdir. Suyla vaftiz de, suyla temizleme de Kumran topluluğunun bir âdetidir. Aynı şekilde ateşte yanma ve helak olma da Kumran topluluğunun yazılarında sıkça geçer. Bu motif, aynı zamanda Petrus’un İkinci Mektubu’nda karşımıza çıkacaktır. Kumran topluluğu da zamanın sonunun geldiğine inanmaktaydı.

Burada ilginç olan bir nokta da, döneminde, Josephus’un da belirttiği gibi, Ferisiler, Saddukiler ve Esseniler’in bilinmesine rağmen Yahya’nın sadece ikisine atıfta bulunması ve İncillerde Esseniler’in ihmal edilmesidir. Aslında bunun açıklaması basittir. Eğer Yahya ya da bu kitapları yazan kişiler kendilerini Esseni olarak kabul ediyorlarsa bu ismin, kendi yazılı belgelerinde geçmemesi doğaldır.

Yahya’nın hayatında da Esseniler’e benzeyen yönler vardır. Yahya’nın mayalı içki içmemesi, evlenmemesi ve dini bir hayat sürmesi Esseniler’le olan benzerliğidir.

Ancak Yahya da, İsa’nın Mesihliğinde gördüğümüz gibi, topluluğunu genişletmeye çalışmış ve öğretisini geniş kitlelere yaymaya uğraşmıştır. Bu tavır Esseniler ya da Kumran topluluğunun prensiplerine aykırıdır. Aslında Yahya da bu topluluktan ayrılmış bir sapkın gibi görülebilir. 

İsa’dan sonra da İsa’nın yolunu izleyenler bazı Esseni adetlerini uygulamışlardır. İlk Hıristiyan topluluklarının ortaklaşmacı yapısı zaten Esseni topluluklarını anımsatmaktadır. Hiyerarşik olarak da benzer bir yapı vardır. Kumran topluluğunun 12 kişilik büyük konseyinde olduğu gibi, ilk Hıristiyan topluluklarında 12 kişilik piskopos heyeti vardı.

Bunun dışında, erken Hıristiyanlığın vaftiz ve vaftizden sonra beyaz giyme, günde üç kez dua gibi birçok motifiyle, Esseniler’in âdetlerinin benzerliği de dikkat çekicidir. Bu durum, ilk Hıristiyan toplulukları ve Esseniler arasındaki coğrafi yakınlıkla açıklanmaya çalışılmaktadır. Aslında bu çok da yanlış değildir. İnzivaya çekilen Esseniler dışında, Filistin’de binlerce Esseni’nin yaşadığını Josephus’dan öğrenmekteyiz. Ayrıca İsa’nın havarilerinin çoğunluğunun da Esseni olmadığını bilmekteyiz. Ancak ister İsa’nın yetiştiği topluluk Esseniler olsun, ister sonradan katılsın, Hıristiyanlığın kökeninde Esseniliğin olduğu bir gerçektir.

Esseni etkisi hakkında söylenmesi gereken bir başka husus da, Pavlus’un Esseniler’den etkilenmiş olabileceği hususudur. Pavlus’un birçok ifadesi Ölü deniz yazmalarıyla aynıdır.

Pavlus, Korintlilere ikinci mektubunda şöyle der: “Üstün gücün bizden değil Tanrıdan kaynaklandığı bilinsin diye biz bu hazineye toprak (kil) kaplar içinde sahibiz” (4,7). Yazmalardaysa bu ifade şöyle geçer: “Efendim, sana şükürler olsun, mucizeni tozla, kil vazo yaparak gösterdin”. Bu iki ifade arasındaki ilişki açıktır.

Pavlus’un Koloselilere mektubundaysa “Bizi kutsalların ışıktaki mirasına ortak olmaya yeterli kılan Baba’ya şükretmeniz için dua ediyoruz” (1,12)  diye bir bölüm vardır. Bu da yazmalardaki “Tanrı onlara kutsalların mirasından pay verdi“ ifadesiyle benzerlik göstermektedir.

Yine aynı mektuptaki “O bizi karanlığın hükümranlığından kurtarıp sevgili oğlunun egemenliğine aktardı” (1,13) ifadesi de bize Ölü Deniz yazmalarında sıkça geçen ışık ve karanlık egemenliklerini anımsamaktadır.

Işık ve karanlık arasındaki bu mücadele Pavlus’un mektuplarında sıkça geçmektedir. Romalılara Mektup da şöyle denilmektedir: “Gece ilerlemiş, gündüz yaklaşmıştır. Bunun için, karanlığın işlerini üzerimizden sıyırıp atarak, ışığın silahlarını kuşanalım.”(13,12)  Burada Pavlus’la Kumran topluluğu arasındaki ilişki belirgin olarak gözükmektedir.

Işıkla karanlık arasındaki mücadele Pavlus’un Korintlilere ikinci mektubunda çok ilginç bir şekilde geçer : “İmansızlarla aynı boyunduruğa girmeyin. Çünkü doğrulukla fesadın ne ortaklığı, ışıkla karanlığın ne beraberliği olabilir? Mesih’le Belial arasında ne söz birliği, iman edenin iman etmeyenle ne paydaşlığı olabilir?”(6,14)  Burada ışık ve karanlık çatışmasının yanında Mesih-Belial ikiliği de belirtilmiştir. Belial isminin İncil’de geçtiği tek yer burasıdır. Belial isminin Ölü Deniz Yazmalarında sık sık geçtiğini görmüştük. Pavlus da burada Kumran topluluğu tarafından büyük önem verilen bu ismi kullanarak bu toplulukla olan ilişkisi hakkında ipucu vermektedir.

Elçilerin İşlerinde’yse Pavlus’a İsa tarafından şu sözler söylenmektedir: “Seni ulusların gözlerini açmak ve onları karanlıktan ışığa, Şeytanın hükümranlığından Tanrıya döndürmek için gönderiyorum. Öyle ki, bana iman ederek günahlarının affına kavuşsunlar ve kutsal kılınanların arasında yer alsınlar “ (26,17-18) Burada geçen ifadeler arasında “gözlerini açmak”, “karanlıktan ışığa” ve “kutsal kılınanlar” Ölü Deniz yazmalarında geçen ifadelerdir.

Sonuç olarak, Ölü Deniz yazmaları keşfinden itibaren büyük gürültü koparmış ve üzerinde birçok teori üretilmiştir. En dikkat çekici tarafsa, Hıristiyanlığın kaynakları hakkındaki görüşlerin değişmesine neden olmasıdır. Ancak bir öğretiye körü körüne inanan insanların özgün düşünerek kendi inançlarını sorgulaması beklenemez. Bu yazmaları okuyan kişilerin çoğunluğunun din adamı ya da tarikat mensubu olması burada çıkarılan sonuçların herkese açıklanmasını engellemiştir. Aynı şekilde yazmaların bir bölümünün tercümeleri halka açıklanmamıştır ve sansürlenmiştir. Yazmaların yeni tercümelerinde 50’li yıllarda olan metinler dahi yoktur.

Bunun dışında bu yazmalara ulaşıp, onları okuduktan sonra dinden çıkan din adamları ya da okudukları ve tepkiler karşısında alkole sığınan John Strugnell gibi araştırmacılar da çıkmıştır.

Ölü Deniz yazmaları hakkında yapılacak tarafsız bir araştırmanın, Hıristiyanlık hakkındaki görüşleri kökünden değiştireceği kesindir. Ancak içinde bulunduğumuz Altın Çağ, bütün dogmaların yıkılacağı bir çağ olacak ve tüm dogmalar, dinler gibi Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık da bundan nasibini alacaktır. 

Mevcut bilgilere göre bu metinleri bir Kumran topluluğunun yazdığına kuşku yoktur. Bu topluluk genellikle Esseniler olarak düşünülmektedir. Metinlerin yazılış tarihleri de metinlerin bu topluluk tarafından yazıldığını ve saklandığını göstermektedir. Metinlerin en eskisi MÖ 250, en yenisiyse MS 68 tarihine tarihlenmektedir. MS 68 tarihi aynı zamanda Kudüs'e giden Roma ordularının Kumran kentini yıktıkları tarihtir.

 


 
  Bugün 12 ziyaretçi buradaydı!  
 
İLGİSİZ BİLGİ YETERSİZ, BİLGİSİZ İLGİ TEHLİKELİ, SEVGİSİZ İLGİ VE BİLGİ DEĞERSİZDİR. Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol